logo

+90 224 247 47 77

bilgi@yedirenklicinar.com

Bademli Mah. Eski Mudanya Yolu

Cad. No: 167 Mudanya / BURSA

+90 224 247 47 77

Yumurta, Sürpriz Yumurtaya Karşı…

ssssAsmadan yaprak toplar gibi topladılar çocukluğumuzu. Hiç sesimizi çıkaramadık. Zira asma da hiç sesini çıkaramamıştı bu yabancıya. Mahallede daha önce hiç görülmemiş ve asmanın tüm yapraklarını tek tek toplayan bu yabancı, bize ne kadar da benziyordu. Hiç beklemediğimiz yerden sorduğu sorularla tansiyonumuzu da altüst etmişti bu yabancı. Oysa bizler sadece sonbaharda
yaprak döken ağaçlardık. Dökülen yapraklarımız, dünyaya çok açıldığımızda bizleri kıyıya geri çağıran işaretlerdi. Bu, dünyanın faniliğinin hatırlatıcısıydı. Bilinirdi ki bir ağaç yaprak dökmeyi bırakmışsa, ya kurumuştur ya da yaprak dökmeyen ağaca dönüşmüştür. Ağaçlar yaprak döktükçe bizler de gözyaşı dökerdik. Ve yaprak döken ağaçları, gözyaşı döken insanlar sulardı en çok. Hakeza bu insanlar “Evladım! Yiyin ama dallarını kırmayın. Ne olur…” diye kulağımıza küpeler takardı. Maatteessüf, kulağımıza takılan bu nasihat küpelerini altın küpelerle değiştirdik.
Dinlemedik ve her şeyi dalları ile birlikte yedik. Asmanın yapraksız, insanın topraksız kaldığını göremedik. Topal tavuk, yemlenmek için asmanın dibini eşeledi. 8 yaşındaki çocuk, topal tavuğun “Gıt gıdaaak! Yumurtam sıcaaak! İnanmazsan gel de baaak!” demesini bekledi. Folluktan heyecanla aldığı taptaze yumurtayı alarak bakkal amcaya verdi. Karşılığında bisküvi arasında lokum aldı. Afiyetle yedi. Topal tavuğu olan çocuk, ceketleri 3 düğmeli adamlar gelince kendisine her gün yumurta veren topal tavuktan vazgeçmişti bir anda. Zira üç düğmeliler, çocuktan yumurta beklemeden karşılıksız (!) bisküvi arasında lokum vermişti. Ve çocuk yardım etti üç düğmelilere topal tavuğun kümesini yıkarken. Artık bisküvi almak için topal tavuğun keyfini beklemeyecekti
çocuk. Yıkılan kümesin kapısında zil de yoktu zaten. Apartmandaki çalması gereken bütün ziller çalındı. Fakat yine de açılmadı hiçbir kapı. İyi ama açılmayacaksa neden bütün kapılar zillendi?
Hâlbuki açılırdı bütün tokmaklı kapılar vurulunca. Acaba zeytinyağlı sarmalar, çiçek yağı ile yapılmaya başlanınca mı kapılar zillendi? Kapı tokmaklarını eskidi diye verdiğimiz eskici bile mahallemize gelmez oldu artık. Gelmezdi eskici. Çünkü mahallemizde eskiciye verecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Gelmezdi çocuklar. Çünkü kesmiştik çocukları başına toplayan dut ağaçlarını.
Zeytin tarlasında ne işi vardı incir ağaçlarının? Zaten incir ağacının dallarından da oklava olmuyordu. Ve kesildi incir ağaçları da tıpkı dut ağaçları gibi. Zeytin tarlasını bastı sinekler. Sinekler
bastıkça, zeytin tarlasına basıldı kimyasal ilaçlar. Zeytin ve incir aynı dönemde meyveye dururdu. Bu dönemde ballı incirler, zeytin sineklerinin başını döndürürdü. Zeytin yerine incir ağaçlarına
hücum eden zeytin sinekleri, ballı inciri yedikten bir süre sonra zehirlenerek zararsız hale gelirdi. Velhasıl doğal bir şekilde, zeytin ağaçları korunmuş olurdu. Zeytinler zeytinlerle, incirler
incirlerle, çocuklar çocuklarla, gençler gençlerle, ihtiyarlar ihtiyarlarla… Ne işi vardı ihtiyarların çocuklarla? Kesin bu iletişimi. Ve kesildi iletişim. Neticesinde sinekler bastı çocuklarımızın dünyasını. Sonrasında çocuklarımızı korumak için kimyasal mücadele başlatıldı. Hâlbuki çocuklarımızın bizlerden istediği sadece dikili bir dut ağacı idi. Topal tavuk, yumurtadan kesileli çok olmuştu. Hatta kesileli çok olmuştu. Zaten yumurtası ile bisküvi de alınamıyordu artık. Asma da yapraklarını hiç açmıyordu. Dibinde eşelenecek ağaç da kalmamıştı. Vaktinde öten horozlar bile kesilmişti. Çocukluğumuza şahit bütün eşyalar da eskiciye verilmişti. Zira dijital çocukluk dönemi başlamıştı. Evlerimizi boşaltıyorduk. Eski eşyalardan, eski insanlardan… Evlerimizi boşalttıkça
gönlümüzü de boşalttığımızın farkına çok geç vardık. Tokmaklı kapıları zilli kapılarla değiştirdik. Zilli kapıların ardındaki çocuklar, sarısı olan yumurta değil sürprizi olan yumurta ister oldu. Ve
çocukların bu isteği karşısında çok kırıldı yumurta. Eşyanın çok olduğu insanın azolduğu dijital çağ başlamıştı artık. Dijital çokluk, duygusal yokluğu da beraberinde getirmişti. Bundan sonra kuşların değil uçakların hâkim olduğu bir gökyüzünün altında yaşıyorduk. Yaşadıklarımızın neticesinde anladık ki fişe bağlı insanlar değil birbirine bağlı insanlar, gönlümüzün boşalmış yerlerini dolduracak. Gönlümüzün boşluğu, semanın bütün kapılarını tıklatacak kadar gönlü engin insanlar tarafından doldurulabilir. Bunun gerçekleşmesi için de belli saatlerde fişimizi çekmeye ne dersiniz? Çünkü ağaçlandırılacak daha çok gönül var…